Mahşerî Bir Cümbüş!

Şimdilerde ortalığı kasıp kavuran bir tiyatro topluluğu var, Mahşer-i Cümbüş.
Onları yaklaşık iki sene önceden beri izleyen ben ve değerli dostum Ceren, Adı Yok dergisi için ekip üyelerinden Yiğit Arı ile bir söyleşi gerçekleştirmiş, oldukça eğlenip keyifli bir sohbete dalmıştık..

Gün geldi, onlar Osmantan Erkır'ın da desteği ile hak ettikleri ilgiyi görüyorlar.. Bugün Türkiye'de canlı yayında doğaçlama tiyatro yaparak seyirciyi kahkahalara boğuyorlar. Beyaz camın ardından hem de..
Ne de iyi yapıyorlar..


Aşağıda, 2 yıl önce Mahşer-i Cümbüş ile yaptığımız bir söyleşi var, ilgililere duyurulur..

"
Bir Adı Yok salı toplantısının ardından, Ceren bir tiyatro oyunundan bahsetti. Şöyle iyiler, böyle güzeller dedi ve sohbet “e madem bir yerlerde insanlar güzel işler yapıyor, gidelim tanık olalım” cümlesiyle nihayete erdi. Kalktık gittik. Şahit yazdılar bizi, kayıtlara geçtik. Pek eğlendik.

Taksim’de elektrikler kesikti bir cumartesi akşamı,. Biz bir kafede mum ışığında oturmuş Mahşer-i Cümbüş ekibinden Yiğit Arı ile konuşma sevdasındaydık. O ise bir saat kalan oyununun elektrik kesintisi nedeniyle başlayamamasından korkmaktaydı. Haklıydı. Fonda İstanbul vardı, bir hafta sonu hangi “megakent”te elektrikler kesilirdi?
Bu sinir harbi esnasında soruverdik Mahşer-i Cümbüş ne ola ki diye, Yiğit başladı anlatmaya…

Kalabalık ve eğlenceli topluluk demek. Açık tribün taraftarı gibi. Arapça’da böyle bir tanım var. Yaptığımız iş doğaçlama tiyatro. Seyircinin kurallar çerçevesinde ve sorularımız doğrultusunda bizi yönlendirmesiyle başlıyor ve metne bağlı kalmadan devam ediyor. Sahnede oluşturulan bir oyun. Sekiz kişilik bir ekibiz. Sahnede ikiye bölünüyoruz. Bir çağrışım istiyoruz seyirciden. Örneğin, bir toplu taşıma aracı söylemelerini istiyoruz. Ve başlıyoruz oyuna.

“Nasıl geldi peki bu sekiz kişi bir araya?” sorusuyla giriveriyoruz araya. Yanıtlıyor, “hepimiz Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdik. Orada öğrenciyken başladı önce.” Ve devam ediyor. “Bizim en büyük şansımız ne yapmak istediğimizi biliyor olmamızdı. Belki devlet tiyatrolarının hali pek doğru düzgün değil, özel tiyatrolar ise zaten az ve maddi sıkıntı yaşıyorlar bunlar engel belki oyuncular için ama ana sorun niyetin belirlenmemiş olması. Biz yapmak istediklerimizi biliyorduk mezun olduğumuzda.”

Sohbeti gerçekleştirdiğimiz mekan mahşer-i cümbüş’ün binasında. Sonraki soru hazır haliyle, bina faktörü önemli midir tiyatro için? “Salonlu” olmak iyi midir?

Binamız var, tabi avantajları var bunun ama zorlukları da var. Prova sorunu oluyor en başta salon yokken. Oyundan iki saat önce gidiyorsun binaya, provanı alıyorsun, oynayıp kira paranı verip gidiyorsun. Ama binayla tiyatro bir kimlik kazanıyor. Örneğin biz bu binayı çok yönlü kullanmak istiyoruz. Alt katta bir bar var, yukarda da fuayemiz. Fuaye ufak bir kafe olacak. İnsanların hayatına tiyatroyu bir şekilde sokmak da istiyoruz bununla birlikte. Ama tabi binanın artılarının yanında pek çık sıkıntı da geldi. Bürokratik anlamda tabi. Adını duymadığımız vergiler vermek zorunda kaldık, şaşırdık.

Onun cümlesi biter bitmez biz de şaşırdık. Çünkü bir derbi maç vardı ve bir gürültü koptu. Fonda “gooooolll!!!” sesleriyle, katıldıkları organizasyonları sordu Ceren, neler yaptınız şimdiye dek, var mı yakın zamanda bir program?

Pek çok ilde pek çok festivale katıldık. Bunun yanı sıra bazı ekiplerin toplantılarında sahne alıyoruz. Ayrıca Barışarock’ta bir workshop düzenledik. Çünkü oynamak sadece oyunculara has bir olgu değil. Tiyatroyla hiç ilgisi olmayan insanlara iki günde üçer saat anlattık doğaçlama tiyatroyu. Ve ikinci günün sonunda bir de oyun sergilediler. Çok da keyifli bir çalışma oldu…

“Peki seyircileriyle böyle bir çalışma yapacaklar mıydı?” Bizim bünyemize hükmeden soru buydu, sorduk da…

“Yakında birlikte doğaçlama tiyatro kursları başlayacak.” dedi Yiğit. “İki aylık bir kurs olarak düşünüyoruz. Basamak basamak ilerleyecek ve ikinci ayın sonunda bir de oyun sergileyecekler. Ayrıca tiyatro yapmak isteyenlerin binamızı da kullanmalarını istiyoruz. Bu yönde gelişmeler olursa onları da değerlendiririz.”

Sohbet sürerken ben de bir yandan kalkıp fotoğraf çekmeye başladım. Sanmayın ki elektrikler geldi diye fotoğraflarımız ışıl ışıl. Flaşlı çekim yaptık, bilginize…
Bir soru daha geliyor patlayan flaşlarla aydınlanan mekanda Yiğit’e, “ne okur mahşer-i cümbüş?”

Tüm ekip Don Quijote’u okumaya başladık şimdilerde. Ortak bir külliyat oluşturmak istiyoruz. Ayrıca bir de Peter Brook’un Açık Kapı kitabını okuyoruz. Tiyatro hakkında daha kuramsal bir kitap.

“Tamam böyle çok keyifli ama ileride oyunlarda değişiklik olacak mı biçim açısından? Ayrıca bir de bağlı kaldığınız bir metin yok, peki ne çalışıyorsunuz provalarda” diyor Ceren… “İlerde belki yarışma mantığı olmayan, sadece doğaçlama oynanan tek oyun olan “long form”u denemek istiyoruz. Provalara gelince, provalarımıza antrenman diyoruz biz, malum tiyatro sporu yapıyoruz… Anlatılacak şey’in değil, anlatım yöntemlerinin provasını yapıyoruz.”

“Başınıza gelen aksilikler ya da komik hadiselerden bahsetsene biraz…” diyoruz. Benim parmağım kırıldı, bir kapı sahnesi oynarken. Kapıyı ittim, geçtim sahneye. Ama parmağımda bir sızı, kanlar fışkırmaya başladı, abartmıyorum “fışkırdı”… Parçalanmıştı parmak ucum. Oyun bölündü hastane falan derken gayet hareketli bir oyun oldu… Pek çok başka hadise oldu tabi. Mesela bir oyunun başından itibaren seyircilerden biri sataşıyordu bize. Sarhoşmuş adam. Anladık, bozuntuya vermedik. Neyse, tabi oyunun oynanabilmesi için seyircilere soru soruyoruz. “Durun bi Dakka! Ben de tiyatro oynadım, olmaz böyle!” dedi, kalktı sahneye geldi, “hadi hep birlikte ampul olalım” dedi… Bir de biz eskiden kafe-barlarda oynuyorduk oyunları bir gösteri yapacağız, biletleri sattık, mekanın sahibi geldi, “bu akşam “club party” var, oynayamazsınız oyunu” dedi. Donakaldık ve oynayamadık tabi. Oyunun başlamasına da 10 dakika var ama elektrikler yok ortada henüz. Oynayamayız bu gece de…

Böyle bitti Yiğit’in cümlesi. Elektrikler de uzunca bir süre gelmedi. Biz de çaresiz, döndük yurdumuza. Ama bir sonraki oyunu izledik. Sahnedeki oyuncuyla oyun esnasında muhatap olmak çok keyifli ve alışkın olmadığımız bir durum. Arkadaş toplantısında gibi rahat hissediyor insan kendini ve eğleniyor. Takdir edilmesi gereken o kadar çok şey var ki aslında…

Seyirci alkışlar ya konumu gereği, ellerini birbirine vurmadan önce bir daha düşünmeli “Ben doğru adamı mı alkışlıyorum” diye. İzleyin mahşer-i cümbüş’ü ve bu soruyu da geçirin aklınızdan. İnlesin salon alkışlardan…

Aslı Aker
Ceren Baykal
"

Not: Söyleşi Adı Yok dergisinde yayımlanmıştır. Ayrıca belirtmek gerek, Sevgili Yiğit ekibin 8 kişi olduğundan bahseder, evet o sıralar öyle idiler gayet.. Kalmasın soru işaretlerine bahane.. :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hasan'ın Rüyası

Aç!