Bu Kadar Zor Olmamalı

Geçen gün çok sevdiğim bir dostumla Taksim Tünel’e doğru bir kafede, Mihrimah Sultan’da oturuyorduk. Konu aramızdaki ilişkiden, yıllardır her şeye direnen ve kopmayan o sağlam bağımızdan açıldı. Dedim ki kulağına doğru, kalbine biraz da; “Seninle ben, dişi ve erkek kalıplar gibiyiz. Ya da fiş ve priz gibi bir ilişkimiz var. İkimiz apayrıyız, tezadız hatta bazen; ama o kadar birbirimizin içindeyiz ki aslında, bir araya gelmemizle birlikte yepyeni bir ‘şey’ oluşturuyoruz; bir enerji, bir manevi beden, bir ışık, her neyse…” Gülümseyerek baktı gözlerime, “Evet” dedi sadece; başını o en bildiğim biçimde yukarı aşağı sallarken.

Kahvelerimizi içip çıktık oradan. Adettendi, evlinin evinde, köylünün de köyünde olması gerekti. Yol aldık biz de uyup bu adete, vardık evlerimize. Sonra düşünmeye başladım ben- sanki hiç yapmadığım bir işmiş gibi. Dedim ki kendi kendime, “Ayrılıklarımıza rağmen bir arada kalabiliyorsak insanlarla, neden bunca sen-ben çatışması, ikilikler, anlaşmazlıklar ve nihayet zafer mücadeleleri?… Neyi yokuşa sürüyoruz, oturup konuşmak, bir ortak nokta aramak yerine neden kestirip atmayı seçiyoruz?”

Sonra bulur gibi oldum yanıtını, bulur gibi yaptım ya da bilemiyorum. Biz… Biz maalesef üşeniyoruz. Karşımızdaki insanın da bir dünya olduğunu, onun da kıvrımları, kırıkları, dökükleri, dehlizleri olduğunu göz ucuyla gördüğümüz anda, kaçışıveriyoruz uzaklara. Bir de üzerine “farklılıklarımızı” görür oldu mu gözlerimiz, ondan başka suçlayacak, karalanacak kimseyi aramıyoruz, aramaya da üşeniyoruz belki…

Bu kadar zor değil, en azından olmamalı. Ne mi zor olmaması gereken? Dinlemek elbette; biraz suskun kalmak, biraz kulak açmak karşıdakinin sözlerine. “Kestirip atmak” yerine, biraz olsun “önemsemek” katabilmek birbirimizle kurduğumuz her ilişkiye. Hiç değilse aslında bir olduğumuzu, insan’lığımızın en büyük ortak paydamız olduğunu ve bunun bile yüksek dereceden saygı hak ettiğini fark etmek… Bu kadar zor olmamalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hasan'ın Rüyası

Aç!