Özüm de benden, közüm de...


Doğum sancısıyla uyandı bir şubat öğle sonrası. Gözyaşı sanıyordu yanaklarından dökülen damlacıkları, oysa göz kapakları terliyordu. Geride bıraktığı günler, gerçekliğinde bıraktığı yarıklar birlik olup rüyasını istila etmişlerdi bu gece. Kaybolduğu sokaklar, ceplerinde müebbetlik suçlar taşıyan adamlarla göz göze gelmeleri, o çok sevdiği caddenin kesilen ağaçlarını ve o ağaçları kesilene dek fark edemeyişine yanmaları, bu öğle sonrası göz kapaklarını terletiyordu.

Ne yapacağını bilmez bir halde kalktı uyuduğu yatağından, neden kalktığını da bilmedi. Yatakta uyuyan adama baktı; güneş karanlığı sildikçe gökyüzünden, sanki siliniyordu yastıktan adam. Umursamadı; ne sinsice yok olan varlığını, ne de yokluğunun getireceklerini. “Var oldu da ne oldu?!” dedi iç sesi, içine ses oldu dili, damağı; çıktı odadan.

En sevdikleri yanı başındaydı kendini koltuğa bıraktığında. Çakmağı, kalemi, yeni aldığı defteri. Sancısı sıklaşıyordu. Canı acıyordu, kalemine uzandı eli. Yüzünü ekşitip vazgeçti. Bir daha yokladı sancı içini, dışını, odanın camını kapladı.

“Siz insanlar; yaşamayı asla öğrenemeyeceksiniz. Bunca zaman şu yerküre nasıl olup da silkelenmedi, atmadı üstünden sizi…” dedi biri, kim bilmedi. Takılıp duruyordu söze, sendeliyordu. Sancı çoğalıyordu. O, sözleri tekrarladıkça sancısı artıyor, sancıdan zevk alıyordu.

Elini attı kaleme yeniden, “İnsan” yazdı kağıda. “Ne olduğunu biliyor musun? Neden nefes dediğin şey içinde, göğüs kafesin kalkıp iniyor sana sormadan?” kalem yazıyordu… “Gözünün gördüğünün ardında ne var? Çiçeğin kokusunun ruhuna saldığı ne? Adı var mı yaşadığın hayatın? Tadına baktın mı deniz suyunun hiç?” sorular, sorular… Kalem çağlıyordu. Sancısı çoğalıyor, içini yırtıyordu. Doğum yaklaşıyordu.

İnsanım. Özüm de benden, közüm de. Külüm de benden, nihayet. Yanıyorum bir aşk uğruna. Deliyim ben, divane ya da. Kimim bilmem; birilerine göre et parçası, kimilerine göre Yaradan’dan zerreyim. Soluğum vuslatı arzular, her ciğerime varışında, yeniden.
Gözüm görür; rengarenk ışıklar, kara yüzler, yüksek binalar… Dokunamasam da bilir ruhum evrenin benden olduğunu. Adı yok yaşadığım hayatın. Yaşıyorum anladığımca ve biliyorum deniz suyunun tadını.

Cevaplar dökülmüştü kaleminden. Kan ter içindeydi yine. Göz kapakları terliyordu. Kaleminden akıyordu teninin tuzu. Yastığındaki adam silinmişti, kokusu kalmıştı geride. Açtı odanın camlarını, baktı mavi göğe. İçine çekti Şubat’ı. Yükselen göğüs kafesine gitti fikri, aklında kağıda doğurduğu tümceler.

Doğum sancısı susmuştu, doğan doğmuştu. Bir şubat öğle sonrası aradığını bulmuştu.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hasan'ın Rüyası

Aç!